16 Ekim 2012 Salı

Kaplumbağalar da Uçar

Efsaneye göre ... Göl kenarında yaşayan bir kaplumbağa sürekli çevresindeki kuşları izler, istedikleri zaman uçmalarına, gitmelerine imrenirmiş... Zamanla bu kuşlarla arkadaş olmuş kaplumbağa ve onlarla hislerini paylaşmış: “Ben de gölün diğer tarafına gitmek istiyorum!” Kendi gidecek olsa bir ömür sürermiş bu gidişi... “Keşke sizin gibi uçabilseydim” demiş onlara... “Keşke ben de gölün diğer tarafına istediğim vakit gidebilseydim!” Kuşlar üzgün kaplumbağanın bu dileğini yerine getirmek istemişler ve “Sen de uçabilirsin!” demişler ona. “Kaplumbağalar da uçar!” Bir dal almış iki kuş, niyetleri dalı iki yanından tutup kamlumbağayı karşıya geçirmekmiş. Kaplumbağaya “-Tek yapman gereken dalı sıkıca ısırmak.” demişler. Dalı sıkıca ısırmış kaplumbağa da... Sonra göl üzerinde, kuşlar, dalı ısırarak tutunan kaplumbağa ile birlikte havalanmışlar, yükseldikçe yükselmişler... Bir vakit gittikten sonra ise kaplumbağa korkmuş yükseklerden!.. Durumunu unutup, heyecanla bağıracağı bir an çenesi açılmış ve suya düşmüş!.. Düşerken düşünmüş “Uçmak benim neyime?” diye... Suya, yani ait olduğu yere, kendi yavaş, imkansız hayatına... ... Bahman Ghobadi önceki filmi “Sarhoş Atlar Zamanı” ile mest etmişti. Görsellik şahaneydi..! Bir doğu filmiydi ve bütün büyük doğulu yönetmenlerin filmlerinde görülen şiirsellik de fazlasıyla vardı. Bir ‘kış hikayesi’ dinler gibi izlemiştik filmi... “Kaplumbağalar da Uçar” ise yönetmenin son filmi. Görsel olarak önceki filmindeki başarı bu filmde de ziyadesiyle var. Oyuncular tıpkı ‘Emir Kusturica’ filmlerinde olduğu gibi profesyonel olmayanlardan seçilmis ama performanslar kusursuz. Hikayeye giriş, genişletme, verilmek istenen mesaj makûl ölçülerde ve estetik bir anlatıma sahip. Vs, vs, vs... Ez-cümle genelde doğu filmlerinde olan becerememezlikten kaynaklı (bizim anlamamamız değil!) yavaş ve kasvetli anlatım bu filmlerde yok!.. Diğer taraftan; İran kürtlerinden olan yönetmenin ikinci filmi de ilk filmi gibi yine Kuzey Irak’ta geçiyor. Bu herhalde iyi bildiği bir cografya da çalışma isteğinin yanında başka nedenleri de içinde barındıran bir durum?.. Tam kestiremiyorum... Çok ödüllü bir yönetmen olması kuşku uyandırıyor; fakat filmde ‘batıcı bir hümanizm’le birlikte ‘doğulu bir kadercilik’ de yok değil... Ne demek bu? Şöyle: Filmde tıpkı yukarıdaki hikayede verilen mesaj gibi aslında o coğrafyanın (ve belki de herkes için diyordur?) insanının mâkus talihinden kurtulmak için çırpınışının(?) Kaplumbağanın ki gibi sonuçsuz olacağı mesajı veriliyor, bu duruma da kader diyor... Kader bu yaşananlar, müzmin talih... Ve bu coğrafya üzerinde yapılan hesapların, savaşların da (Irak savaşı bu!) kişisel hırslar ya da geçici iktidarların konjektüre dayalı manyaklıklar olduğu vurgulanıyor. Bu ikinci kısım el-hak doğrudur nitekim ..!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder